Kılıçdaroğlu Tartışması
- erkan kurukavak

- 15 Tem
- 3 dakikada okunur
Kılıçdaroğlu en sert eleştirileri hak ediyor ama bunu yaparken ona haksızlık etmemek lazım, çünkü bu Kılıçdaroğlu meselesi, eleştirinin nesnesi ve hedefi açısından sürekli bir konudan başka bir konuya kayıyor, onun en amansız eleştirenleri de yeni argumentler peşinde, yer yer eski davalarına yeni kılıflar uyduruyorlar. Türkiye’nin düştüğü bu durumun tek sorumlusu Kılıçdaroğlu mu?
Bunu bariz bir şekilde son CB seçiminden önce görmüştük. Yılmaz Özdil, Levent Gültekin gibi Mansur Yavaşçı sünni-ulusalcı, kısacası, eski devletçi bir çevre, “kazanacak CB adayı” tartışmasıyla Kılıçdaroğlu’na karşı cephe açmışlar, Erdoğan’ın da kırşıtmasıyla, onun Alevi olduğuna, dolayısıyla toplumun tüm kesimlerini kucaklayamayacağına kanaat getirmişler, Mansur Yavaş’ın ise bu yeteneğe sahip tek insan olduğunu öne sürmüşlerdi.
Kılıçdaroğlu’nun CHP’ye kayyum atanacağı tartışmasıyla birlikte, onu eleştirenlerin gerekçeleri de değişti. Bir sava göre Kılıçdaroğlu seçim kaybetmemiş, kazandığı seçimi Erdoğan’a hediye etmişti çünkü Kılıçdaroğlu zaten Erdoğan’ın adamıydı. Kılıçdaroğlu 13 yıldır, önce Ekmeleddin, sonra İnce, en son kendini CB adayı göstererek, bilerek ve isteyerek aslında Erdoğan’a çalışmıştı.
Eleştiride sınır yok ama en azından oradan oraya savrulmamak için biraz tutarlı olmak gerekmez mi? Kılıçdaroğlu ya Alevi olduğu için ve toplumun tüm kesimlerini kucaklayamadığı için seçimi kaybetmiştir, ya da Alevi olduğu halde seçimi kazanmıştır ama Erdoğan’ın işbirlikçisi olduğu için kazandığı seçimi Erdoğan’a hediye etmiştir. Hangisi?
Birinci savı ben başından beri kabul etmedim, Mansur Yavaş’ın da siyasi geçmişinden dolayı toplumun tüm kesimlerini kucaklayamadığını ve bunun için de Kılıçdaroğlu’na nazaran Erdoğan’a karşı daha şanslı olmadığını iddia ettim. Bunun değerlendirmesini son CB seçiminden sonra “Seçim mi deklerasyon mu?” adlı yazımda yaptım (https://www.erkankurukavak.com/post/seçim-mi-deklarasyon-mu). Orada Kılıçdaroğlu’nun seçim kaybetmediğini; seçim sonuçlarının Kılıçdaroğlu’na değil YSK’nın yaptığı deklarasyona bağlı olduğunu yazmış, devletin derin güçlerinin Erdoğan’la devam edeceklerine karar verdiklerini iddia etmiştim.
Kılıçdaroğlu muammasını daha iyi anlayabilmek için, bir başka eleştiriye daha dikkat çekmek istiyorum. Mansur Yavaşçı takımdan Levent Gültekin YouTube kanalından paylaştığı bir çok videoda, Devlet Bahçeli’nin Öcalan çıkışından beri, Bahçeli’yi de Erdoğan’ı da bir dış odağın yönettiğini söylüyor. Gültekin güvenlik veya cezai kaygılarından dolayı bu dış odağın, veya odaklarının kim olduğunu somut olarak söyleyemiyor ama kastedilenin ABD-İsrail olduğu apaçık ortada.
Konuya buradan baktığımızda, Kılıçdaroğlu konusu sandığımızdan daha komplike bir mevzu değil midir? Mesela, Erdoğan gerçekten BOB’un ikinci başkanı ise; o dış odaklar, en azından şimdiye kadar, Erdoğan ve Bahçeli’yle devam etmeye karar vermişlerse, Kılıçdaroğlu da bunun bir parçası yapmış olamazlar mı?
Eğer öyleyse, durum şu tartışılanlardan daha vahim değil midir? Pekiyi, Levent Gültekin’in “Dış Odaklar” çıkarsamasından ve Kılıçdaroğlu’nun Erdoğan’ın işbirlikçisi olduğu tezinden hareketle, Özgür Özel’e ne kadar güvenebiliriz. O da bu dış odakların amaç ve niyetlerine tabi olmuş olamaz mı? Özgür Özel genel başkan olur olmaz Erdoğan’a karşı neden önce bir yumuşama politikası gösterdi, Ekrem İmamoğlu’nun tutuklanmasından sonra da, sokaktaki gençlik hareketini boşa çıkarması pahasına, giderek daha da radikalleşen muhalefeti neden can sıkıcı miting alanlarına mahkum etti?
“Adayımı yanımda, sandığı önümde istiyorum” gibi oldukça naif bir politik talebi muhalefetin biricik amacı haline getirenler; Erdoğan’ın seçim yapacağını veya seçim yapsa bile, seçimi kaybedeceğine inananlar, maalesef bir daha hayal kırıklığına uğrayacaklar. Ama her şerde vardır bir hayır, Türkiye’de bir daha seçim olursa, onu Alevi ve ulusalcı Kılıçdaroğlu değil, Sünni ve ulasalcı Mansur Yavaş kaybedecek ve Alevi yurttaşlarımız da Kılıçdaroğlu üzerinden yaşadıkları bu zorbalıktan nihayet kurtulmuş olacaklar.
Türkiye’nin en temel sorunu, CHP’nin de retoriğine sürekli yansıyan bu mezhepçi, ilkel milliyetçi, dinci gericiliktir. AKP nasıl mezhep ve din gericiliğinden besleniyorsa, CHP de bir tür gericilik olan etnik ve ilkel milliyetçilikten besleniyor ve onlardan kurtulmadıkça kimseye huzur yok Türkiye’de. Ekrem İmamoğlu saf dışı bırakıldıktan sonra Mansur Yavaş hayali kuranlar, kılıçdaroğlu’nda yaşadıkları hayal kırıklığının on katını daha yaşayacaklar. Mansur Yavaşın olası dış odaklara karşı demokratik, eşitlikçi ve özgürlükçü bağışıklığı mı var ki, onda bu derece ısrar ediliyor?
15.07.2025




Yorumlar